İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda Türk Milli İstihbaratı’nda baskın olan Alman ekolü, Gehlen ve ekibinin Central Intelligence Agency / CIA’ya transfer olması ile yerini Amerikan tarzı istihbarat anlayışına bıraktı.
Sam Amca aynı yatağa girilince doğal olarak, MAH (MİT) bir CIA şubesi gibi faaliyet gösterdi. CIA, MAH'ı yeni baştan organize etti. CIA, MAH'ı yeniden organize etme işine 'kendi kadrolarını' yetiştirerek başladı. 6 kişilik bir ekip ABD'ye eğitime götürüldü ve MİT'in diğer kadroları da bu 6 kişi tarafından eğitildi. MAH'ın başına 1953'te bu 6 kişilik ekipten Behçet Türkmen, daha sonra da Fuat Doğu, MİT'in başına getirildi.
Bu yapılanmaya bakıp da sakın her şey yolunda gitmiş diye düşünmeyin. Zira Türkiye’nin Amerika ile ilişkileri hep sancılı. Neden mi? Menderes hükümetlerinin kalkınma hamleleri ciddi para gerektiriyordu.
IMF ve Dünya Bankası, Türkiye'yi frenlemeye çalıştı. Menderes, Batı'dan alamadığı fonları Rusya'dan almayı düşündü. Bu bağlamda bir nevi başarılı da oldu ve Ruslara İzmir Aliağa’da bir rafineri yaptırdı. Ayrıca İzmit körfezinde Paşabahçe cam fabrikası, yine Ruslar tarafından yapıldı.
27 Mayıs 1960 darbesi olmasa idi Başbakan Adnan Menderes Haziran ayında Moskova'ya gidecekti. “ABD'nin 27 Mayıs'a yeşil ışık yakmasında bu da vardır” diyenlerin sayısı da hayli fazla. Bunun için “27 Mayıs bir NATO darbesi” diyenlere hak vermemek mümkün değil.
ABD ile yaşanan ikinci krizin kahramanları Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Lyndon B. Johnson ile Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı İsmet İnönü’dür.
Siyasi tarihimizde ‘Johnson Mektubu’ olarak bilinen, Amerika Birleşik Devletleri başkanı Lyndon B. Johnson tarafından Türkiye başbakanı İsmet İnönü’ye 5 Haziran 1964 tarihinde gönderilen, Türkiye'nin Kıbrıs’a müdahalesini önlemek amacıyla ve kaba bir üslupla yazılmış mektub okunduğunda ABD’nin Türkiye’ye yönelik tehditleri görülür.
İsmet İnönü, bu mektup üzerine, “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orda yerini alır” yanıtını vermişti. Sonrası malum, AP Hükümeti kurulur ve İnönü düşürülür. Oysa İnönü Hükümetini düşürenler daha sonra da Demirel hükümetini düşüreceklerdi.
Üçüncü kriz Süleyman Demirel’in başbakanlığı döneminde yaşanır. Süleyman Demirel, ‘Morrison Süleyman’ lakabıyla tanınmasına rağmen ABD ile iyi ilişkiler kuramaz.
Türkiye ile Sovyet Rusya arasındaki yakınlaşma 1965 seçimlerinde işbaşına gelen Adalet Partisi iktidarı döneminde de sürmüştür. 1965 Eylül'ünde Ankara'ya gelen bir Sovyet heyetiyle görüşmeler 12 Kasım'da bir ‘ön protokol’un imzalanmasıyla sonuçlanır.
20-27 Aralık 1966'da Sovyet Başbakanı Aleksi Kosigin, Türkiye'yi ziyaret eder. Ziyaret sonunda yayınlanan ortak bildiride iki ülke arasındaki siyasal ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi üzerinde durulur. Ancak bu gelişme, öncelikle ekonomik ilişkilerde sağlanır. 1967, 1972, 1979 yıllarında ticaret anlaşmaları yapmalarına rağmen Türkiye ve Sovyetler, farklı kamplarda yer alır.
Sovyet kredisi ile finanse edilmek üzere ön projeleri hazırlanan 7 sınai tesise ait anlaşma, 25 Mart 1967 tarihinde imzalanmıştır. İskenderun Demir Çelik tesisleri, İzmir Aliağa Rafinerisi, Seydişehir Aliminyum Tesisleri, Paşabahçe Cam Sanayiini de içeren bu 7 proje için Sovyet Hükümeti, Türkiye’ye yüzde 2.5 faizli ve 15 sene vadeli 200 milyon dolarlık bir kredi açmıştır.
Anlaşmanın önemli yanı, kredilerin Türkiye’den yapılacak ihracatla ödenmesinin ve bu ihracatın yüzde 60’ının da Türkiye’nin geleneksel tarım ürünleriyle yapılmasının öngörülmüş olmasıdır. Türkiye bu anlaşma ile sadece bazı önemli sınai tesisler kazanmakla kalmayıp aynı zamanda geleneksel tarım ürünlerini Sovyetler Birliği’ne pazarlama imkânı da bulmuştur. Sonraki yıllarda bu tesislerin hepsi de kurulup işletmeye açılmıştır.
Demirel, ABD’ye rağmen Sovyet Rusya ile giriştiği bu ekonomik kalkınma seferberliğinin bedelini bizzat CIA ajanlarının kendisi hakkındaki ‘Amerika’nın adamı’ yaftasını sol örgütler arasında propaganda yapması ile ödediği gibi, 12 Mart 1971 muhtırasının neticesinde şapkasını alıp gitmesiyle de ödemiştir.
Tesadüfe bakın 12 Eylül 1980 darbesinde de Demirel başbakandır. Belki en trajiği 28 Şubat post modern darbe sırasında Cumhurbaşkanı olmasıdır. Ne hikmetse askeri darbeler hep onu bulmuş, kışlanın duvarına toslamaktan bir türlü kurtulamamıştır.
Dördüncü kriz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında yaşanmıştır. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında Demirel iktidar değildir lakin ABD’nin Türkiye aleyhtarlığı hep aynıdır.
CHP-MSP Koalisyon hükümeti iktidarda, Bülent Ecevit başbakan Necmettin Erbakan ise başbakan yardımcısıdır. 5 Şubat 1975 yılında başlayan ve üç yıl süren Amerika’nın silah ambargosunun nedenleri şöyle sıralanabilir; Haşhaş ekim yasağının kaldırılması. Kıbrıs Harekâtı ve bu harekâtta Amerikan silahlarının kullanılmış olması.
Türkiye, bu ambargoya karşı şu yaptırımları uygulamıştır;
1- 13 Şubat 1975′te Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kurulduğu açıklandı.
2- 25 Temmuz 1975′te ABD’ye nota verilerek ABD Savunma İşbirliği Anlaşması (3 Temmuz 1969) yürürlükten kaldırıldı.
3- Türkiye’deki bütün Amerikan üs ve tesisleri Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “kontrol ve gözetimi” altına alındı.
Amerika, bu karşı yaptırımlara dayanamayarak 26 Mart 1976′da üslerle ilgili yeni bir Savunma İşbirliği Anlaşması imzalamak zorunda kalmıştır. Bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi ise ambargonun kaldırılması şartına bağlanmıştır.
Gladio/Kısa Kılıç, II. Dünya Savaşı sonrasında Batı Avrupa'da gelecekte olması beklenen bir Varşova Paktı işgaline cephe gerisinde bir direniş başlatmak amacıyla İtalya'da NATO tarafından gizli olarak örgütlenen kontrgerilla (stay-behind) operasyonunun kod adı.
Gladyo, özel olarak NATO cephe gerisi direniş organizasyonun İtalyan kolunu belirtse de bazen "Gladyo operasyonu" NATO'nun bütün cephe gerisi (stay-behind) operasyonlarının gayriresmî adı olarak kullanılır ve bazen "Süper NATO" adıyla da anılır.
Türkiye, 4 Nisan 1952'de NATO'ya katılınca aynı yıl, Türkiye'deki kolu Seferberlik Taktik Kurulu (STK - Tactical Mobileization Group ), CIA kuruluşu American Yardim Heyeti'nin (American Aid Delegation - JUSMATT) Türkiye'nin başkenti Ankara'nın Bahçelievler semtindeki binasında faaliyetlerine başladı. Türkiye'nin Kore Savaşı’na asker göndermesi NATO’ya kabulünde önemli bir taviz olmuştu.
Sonraki süreçte Türkiye - NATO ilişkileri, daha özelde ABD ile yaşanan sorunlar, siyasi tarihimizde ‘Johnson Mektubu’ olarak bilinen, Amerika Birleşik Devletleri başkanı Lyndon B. Johnson tarafından Türkiye başbakanı İsmet İnönü’ye 5 Haziran 1964 tarihinde gönderilen mektupla başladı.
Türkiye'nin Kıbrıs’a müdahalesini önlemek amacıyla ve kaba bir üslupla yazılmış mektuba bakıldığında ABD’nin Türkiye’ye yönelik tehditleri görülür. İsmet İnönü bu mektuba tepkisini “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de orda yerini alır” yanıtını ile gösterdi.
12 Eylül 1980 öncesinde Doğu Perinçek ekibinin neşrettiği Aydınlık gazetesinde isim isim yayınladığı Kontrgerilla elemanlarının sağ ve sol kesimde yer aldığı ortaya çıkmıştı. Kadim devletin refleksi ile önce Türkiye'den devşirilen Gladyo unsurlarının listeleri yayınlandı, deşifre edildiler, sonra da etkisizleştirildiler.
“Gavurun ekmeğini yiyen kılıcını kuşanır” diye boşuna dememişler. Gladyo, cevabını dini ikonlar üzerinden vermekte gecikmedi. FETÖ yapılanması sahaya sürüldü. Bundan dolayı FETÖ’yü, “tek başına bir terör örgütü” olarak değerlendirmek hatalı olur.
FETÖ, 70 yıllık NATO sürecinde iç karışıklık yaratan, suikastlar düzenleyen Gladyo'nun bir parçası. Darbe girişiminin önlenmesiyle FETÖ’yle beraber Gladyo da yerle bir edildi. Ama bu tahmin ettiğiniz gibi hiç de kolay olmadı.
Üç gün önce Hakan Fidan'ın FETÖ tarafından gözaltına alınmak istendiği günün 10. yıldönümüydü. Peki ne oldu 7 Şubat 2012'de? Bilmeyenler veya muarızlar için; “elinin körü oldu!”…
FETÖ terör örgütü, ilk kez devlete karşı açıktan operasyon yapmaya çalıştı. MİT Müsteşarı Hakan Fidan, FETÖ'ye bağlı savcılar tarafından sorgulanmak istedi.
MİT'e darbe niteliğindeki kalkışmada amaç Türkiye Cumhuriyeti yönetimini tamamen Washington yörüngesine oturtarak, bağımsızlık esas karakteri olan Türk Milletinin boynuna küresel emperyalizmin prangasını geçirmekti.
FETÖ'nün yargıdaki üyelerince MİT Başkanı Fidan'ın da aralarında bulunduğu bazı kamu görevlilerinin ifadeye çağrıldığı 7 Şubat 2012'deki MİT kumpası, “örgütün hükümete karşı açıktan giriştiği ilk operasyon” olarak kayıtlara geçti.
FETÖ, yargı ve emniyetteki yapılanmaları ile MİT Başkanı Hakan Fidan ve diğer teşkilat mensuplarına yönelik hain bir kalkışmaya girişti.
Bu hedeflerinde başarılı olsalardı bir sonraki aşamada hükümeti devireceklerdi. O dönem Başbakanlık görevini yürüten Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın devreye girmesi ile bu hain kumpas çökertildi.
Emniyet ve yargı kurumlarının içine sızan FETÖ'cüler, kumpası, Türkiye Cumhuriyeti'nin çözüm sürecinde yürüttüğü politikalardan dolayı, MİT'i, terör örgütü PKK ile ilişki içindeymiş gibi gösterme bahanesiyle 7 Şubat 2012'de, MİT Başkanı Hakan Fidan'ın da aralarında bulunduğu bazı görevlilerini ifadeye çağırma ve haklarında yakalama kararı çıkarma şeklinde kurgulayarak gerçekleştirmek istedi.
10 Şubat 2012'de savcılar Sadrettin Sarıkaya ve Adem Özcan imzasıyla MİT görevlileri hakkında yakalama kararı çıkartıldı.
Amaç, Fidan ve 4 görevliyi PKK’yla ilişkilendirmekti. Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Fidan’ın ifadeye gitmesini istedi. Dönemin Başbakanı Erdoğan, ameliyat olacaktı ve o narkozun etkisindeyken Fidan'ın gözaltına alınması planlanıyordu. Ancak Fidan, o dakikalarda hastanede ameliyat olması beklenilen Başbakan Tayyip Erdoğan’a ulaştı. Erdoğan, ameliyatını erteletti. Fidan’ın ifade vermeye asla gitmemesini emretti. Böylece kumpas bozuldu.
11 Şubat'ta savcı Sadrettin Sarıkaya, soruşturmadan alınırken 13 Şubat'ta savcı Adem Özcan imzasıyla MİT'e gönderilen yazıda, 5 kişinin kurumla ilişkileri ve yardımcı istihbarat elemanı gibi bir görevlilerinin olup olmadığı soruldu.
Isparta Milletvekili Hukukçu Recep Özel ve arkadaşlarının hazırladığı yeni Kanun teklifi TBMM'ye sevk edildi. 17 Şubat'ta MİT Kanunu, TBMM'de değiştirildi ve soruşturma izni Başbakanın iznine bağlandı. 30 Ocak 2013'te Başbakanlık, MİT görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesine karar verdi. 22 Mart 2013'te İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, MİT görevlileri hakkında takipsizlik kararı aldı.
17- 25 Aralık sürecine giden yol böyle başladı. Ardından 15 Temmuz hain darbe girişimi yaşandı.
Bir kaç yazı evvel, "24’üncü Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün devre arkadaşı Emekli Albay Niyazi Bozkır’ın asker üniformasına çocuk yaştan beri tutkun oğlu, Hablemitoglu Suikastı zanlısı, Özel Kuvvetler Komutanlığı'ndan uzaklaştırılan Nuri Gökhan Bozkır'ın MİT Operasyonu ile Ukrayna’dan getirilmesi, devlet kademesinde büyük hesaplaşmanın işaret fişeği olarak görülebilir." kaydını düşmüştüm.
Nuri Gökhan Bozkır'ın Albay Levent Göktaş’ın talebesi olduğu, Korkut Eken'in Levent Göktaş'a onun da Nuri Bozkır'a emir verdiği, onun da yerine getirdiği daha önce mahkeme tutanaklarında yer almıştı.
Allah, kimseyi Sedat Peker'in diline düşürmesin. Peker, kimden söz ettiyse çoğu adres değiştirdi. Adamın ifşalarında adı geçenler birer birer ölüyor!
Sanki sıraya koymuşlar. ilk olarak FETÖ borsasında yargılanan AK Parti İzmir İl eski Başkan yardımcısı Ahmet Kurtuluş, ardından şüpheli bir kazaya kurban giden Almanya Osmanlı Ocakları Başkanı Taner Ay ve son olarak da suikast sonucu öldürülen Halil Falyalı.
Almanya’da 2016’dan bu yana yasaklı olan Almanya Osmanlı Ocakları derneği yöneticilerinden Kırşehirli iş insanı Taner Ay, Türkiye’den Porsche marka otomobili ile yola çıkmış, Bulgaristan’da aracıyla uçurumdan aşağı yuvarlanmıştı.
Organize suç örgütü yöneticisi Sedat Peker'in videolarındaki iddialar ile gündeme gelen Halil Falyalı'ya suikast düzenlendi. Halil Falyalı’nın, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Girne bölgesi Çatalköy mevkisinde arabasındayken kimliği belirsiz kişiler tarafından uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybettiği kaydedildi.
Falyalı, saldırıya uğradığı sırada 3 araçla, ailesiyle birlikte seyahat ediyordu. Eşi ve çocuklarının bulunduğu araç hedef alınmadı. Saldırganların yolun daraldığı bir noktada pusuya yattığı ve sadece Falyalı’nın aracına ateş açtığı belirtiliyor. Tam bir profesyonel suikast timi işi.
Peker’in, uyuşturucu trafiğinin merkezinde olduğunu söylediği ve Kuzey Kıbrıs'taki yasadışı işlerde sıkça adı geçen Falyalı'nın suikastı sonrasında, Ankara'da deyim yerindeyse çarşı karıştı. Falyalı ile iş yapanların eteği tutuştu. Lefkoşa’ya giden gidene.
Halil Falyalı cinayeti sadece yeraltı dünyasında değil iş ve siyaset dünyasında da büyük savaşın başladığını ortaya koymuyor mu? Sadece iktidar ve muhalefet arasında yaşanmıyor bu savaş.
İktidarı oluşturan gruplar ve güç odakları arasında da tüm şiddeti ile yaşanıyor. Erdoğan ve Akar'ın “omicron” olması ve dış dünyadan soyutlanması tesadüf mü sanıyorsunuz? Peker’in iddialarına göre Erkan Yıldırım ve Mehmet Ağar’la birlikte uyuşturucu ticaretinin de merkezinde yer alıyordu.
Hangi ****un göğsüne düşen şimşek için kılıçlar çekildi? Halil Falyalı, acaba sahibi olduğu 780 milyon doların, ekonomik kriz yaşayan Türkiye'ye transferine karşı çıktığı için defteri dürülmüş olabilir mi?
Olası şüpheli ABD güçleri gibi duruyor.
2016 yılından beri ABD'de uluslararası para aklama ve uyuşturucu trafiği suçlamasıyla aranıyordu. Falyalı’yı adada kim koruyordu? Yakın dostu Kıbrıs İngiliz Yüksek Komiseri Stephen Lillie CMG mi yoksa Türk yetkililer mi?
Beşiktaş eski yöneticisi ve sunucu Ece Erken’in eşi, 1980 yılında Rize'de dünyaya gelen avukat Şafak Mahmutyazıcıoğlu’nun; Yeşilköy Bakırköy'de kendisine ait balıkçı restoranında uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürülmesini nasıl değerlendirmek gerekir?
Bahis mafyası mı yoksa Cübbeli Ahmet Hocanın dediği “manyak manyak işler” yüzünden mi?
Halil Falyalı öldürülürken Sedat Peker'in yaşadığı Birleşik Arap Emirlikleri'nin başkenti Abu Dabi'de kaldığı otele roketli saldırı düzenlendi.
Tüm bunları üst üste veya yan yana koyun. Devlet refleksi bunlar. Türk’e mezar kazanın mezarı kazılır.