Sokak hayvanları meselesi artık sadece bir vicdan değil, bir toplumsal güvenlik sorununa dönüştü. Çözüm, kutuplaşmakta değil; bilimsel, sürdürülebilir ve vicdanlı bir yol haritasında yatıyor.
Son aylarda Türkiye’nin dört bir yanından gelen haberler, başıboş köpekler meselesini bir kez daha ülke gündemine taşıdı. Kimileri için bu sokaklar mazlum hayvanların son sığınağı, kimileri içinse artık korkuyla yürüdükleri birer tehdit unsuru.
Gerçek şu: Sokakta başıboş gezen hayvanlar hem insanlar hem de kendileri için ciddi bir risk altında. Trafikte can veriyorlar, açlıkla savaşıyorlar, hastalık yayıyorlar ya da toplu saldırı olaylarıyla gündeme geliyorlar. Ancak bütün bu yaşananların tek suçlusu ne hayvanlardır ne de onları besleyenler.
Sorunun temelinde yıllardır çözülmeyen bir kısır döngü yatıyor: Yetersiz kısırlaştırma, denetimsiz sahiplendirme, bütçesiz barınaklar ve günü kurtaran geçici çözümler. Bugün geldiğimiz noktada ise sokaktaki tehlikeyi konuşmaktan öteye geçmek zorundayız. Zira mesele artık sadece hayvan hakları değil, insan haklarıyla da doğrudan ilgili bir toplumsal güvenlik sorunu hâline gelmiş durumda.
Bir çocuğun okula giderken korkuyla yürüdüğü sokakta, bir annenin bebeğiyle parka çıkamadığı mahallede, yaşlıların kapılarının önüne bile çıkamadığı bir düzende “hayvanseverlik” üzerinden kutuplaşmak kimseye fayda sağlamaz. Çözüm, vicdanla bilimi buluşturan akılcı bir politika üretmekten geçer.
Avrupa ülkeleri bu sorunu seneler önce sistemli şekilde çözdü. Yaygın kısırlaştırma kampanyaları, mikroçip uygulamaları, denetimli barınaklar ve cezai yaptırımlarla hem hayvanların hem insanların güvenliğini sağlayan modeller geliştirildi. Türkiye neden aynı yolu izleyemesin?
Buradan yerel yönetimlere, merkezi hükümete ve sivil topluma açık bir çağrım var: Popülizmi değil, çözümü tercih edin. Bu ülkenin sokaklarında ne çocuklar korkuyla yürüsün ne de hayvanlar açlıkla, ölümle mücadele etsin. Çünkü bu mesele, artık sadece bir "sokak hayvanı" sorunu değil; bir yaşam hakkı ve toplumsal huzur meselesidir.
Ve unutmayalım… Yaşamak herkesin hakkı. Ama birlikte, güven içinde yaşamak bir zorunluluktur.