Sevilay Sesli admin


EĞİTİM NEDİR?

EĞİTİM NEDİR?


Ana rahminde bir tohum olarak yeşermemizle başlar eğitim, tıpkı boş bir defterin sayfalarının zamanla hikayeler, dersler ve deneyimlerle dolup taştığı gibi. Defterin suçu yoktur; defter sadece ne yazılırsa onu hayata yansıtır. Bebeğini ilk defa kucağına alan annenin gözlerine bakan yavru için annesidir ilk öğretmeni. Daha ana rahmindeyken başlamıştır bu bağ ve hiçbir zaman kopmayacaktır. Bizim biz olmamızı sağlayan kişiliğimizin temelleri de daha o zamanlarda atılmaktadır. İşte o defter nasıl doldurulmuşsa, insan da hayatını öyle sürdürür, ilk nefes ve son nefes arasında. Bu iki nefes arasındaki süreçtir eğitim ve bizi biz yapan değerlerin bütünüdür.

Eğitim kelimesi çeşitli dillerde farklı şekillerde ifade edilirken, genelde Avrupa dillerine Latince kökenli “inşa etmek, ayağa kaldırmak, dikmek” anlamına gelen "educare" fiilinden türetilmiştir ve "eğitmek" veya "geliştirmek" manasındadır. Türkçemize ise "eğitmek" kökünden türetilmiş "eğitim" olarak geçmiştir. TDK'ya göre, eğitim çocukların ve gençlerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine okul içinde veya dışında, doğrudan veya dolaylı yardım etme; terbiye anlamına gelmektedir. Fakat en ilginç ve belki de en isabetli ifade Çince'dedir. Çince'de eğitim, "教 育"  (jiàoyù) olarak ifade edilir. Bu iki karakter, eğitimin özünü temsil eder: "教" (jiào) öğretmeyi, "育" (yù) ise yetiştirmeyi simgeler. Aslında eğitimin hem beceri ve bilgi anlamında öğrenmeyi, hem de çevresel uyuma ve toplum içinde yaşamaya adapte olmayı kapsayan yetiştirmenin bir bütünü olduğunu ifade etmektedir.

Eğitimin ne kadar önemli bir süreç olduğunu burada tekrardan ifade etmeme gerek yoktur sanırım. Fakat eğitimin içeriği ve nasıl daha iyi olabileceğini konuşmamız gerekmekte. Bir düşünsenize daha 5 yaşındayken anaokulu ile başlayan serüven tam 13 yıl boyunca devam ediyor, sonrasında üniversiteye gitmeniz durumunda ise seçtiğiniz bölüme göre 20 seneye kadar çıkabiliyor. Bu uzun eğitim maratonunun içeriği, bizi hayata ne kadar hazırladığı ve bu sürecin nasıl daha verimli kılınabileceği üzerinde düşünmeye davet ediyorum sizleri.

Bu uzun süre zarfında ne öğrendiğimize bakmamız gerekiyor. Eğer hayata hazırlanıyorsak, günlük hayatta kullanacağımız bilgi ve becerileri kazanmamız gerekir. Okuma yazma öğrenmek, sayı saymak, hesap yapmak tüm hayatımız boyunca işimize yarayacak becerilerdir. Daha iyi değil midir Coğrafya dersinde ormanda harita ile yolumuzu bulmayı öğrenmek, pusula ile nasıl yönümüzü bulacağımızı öğrenmek, dağların isimlerini ve yüksekliklerini ezberlemek yerine, gittiğimiz bir yerin neresi olduğunu bilmemiz. Aynı şekilde hangi savaşın hangi tarihte olduğunu ezberlemek yerine, o savaşların nedenleri, sonuçları ve zafere giden yolda neler yaptıklarını öğrenmemiz daha doğru olmaz mı? Tarihimiz bilmez isek geçmişte yapılan yanlışları aynı şekilde tekrar eder dururuz. Herkesin her şeyi öğrenmesi zorunlu mudur? Çiftçi olmak isteyen bir kişinin türev ve integral bilmesi mi daha önemlidir, yoksa bir bitkinin nasıl yetiştiğini bilmesi mi? Çocukların bir daha asla geri dönemeyecekleri çocukluklarını sürekli sınava hazırlanarak geçirmeleri yerine spor, güzel sanatlar, doğa kampları, sosyalleşmelerini sağlayacak oyunlar ile geçirmeleri daha doğru değil midir?

Bence eğitim sistemimizde gözden geçirmemiz konuların en başında müfredatın çok geniş olması gelmekte. Ayrıca Avrupa ülkelerinde üniversite seviyesinde yavaş yavaş verilecek bilgilerin çocuklarımıza daha lise döneminde dikte edilmesi ve sonrasına bu öğrendiklerinden bir sınava girip tüm geleceklerinin belirlenmesi bence çok adil değil. Lisede türev, integral, logaritma gibi ileri seviye matematik konularını öğrenmiş, hatta bu konulardan sınavda başaralı olmuş bir çocuğa sorsanız bu yaptığı işlemlerin ne işe yaradığını, nasıl ortaya çıktığını, nerelerde kullanılacağını kaç tanesi doğru şekilde cevap verebilir. Yaptığımız bir şeyi neden yaptığımızı bilmedikten sonra onu öğrenmiş değil ancak ezberlemiş oluruz.

Herkes üniversite eğitimi almak zorunda değildir. İnsanlar yapacakları işlere yönelik becerileri üniversiteye gitmeden de edinebilirler. Kaldı ki üniversitelerin hukuk, mühendislik, mimarlık, doktorluk v.s. gibi spesifik olarak mesleğe yönelik bölümleri dışında üniversitelerden hiçbir iş hakkında tam bilgi sahibi olmadan mezun olunmakta. Ülkemizde o kadar çok üniversite mezunu var ki, çoğu işyeri hiç gerekmemesine rağmen üniversite mezunu olma şartını koymaktadırlar işe alımlarda.

Bir hayal edin; çocuklarımız ilk, orta ve lise eğitimleri boyunca, temel dersler olan Türkçe, Matematik, Coğrafya, Tarih, Fizik, Kimya, Biyoloji gibi derslerden gerekliliklere göre, süre ve konu olarak daha az ama daha işlevsel bir eğitim alacaklar. Müfredatı bu doğrultuda yeniden yapılandırsak, çocuklarımıza kalan zamanlarda güzel sanatlar, spor, müzik, dans, drama gibi alanlarda kendi istek ve becerilerine göre eğitim alma fırsatı doğurmuş oluruz. Beden eğitimi dersinde matematik konuları işleyen bir kuşaktan matematik dersinden tasarruf edilen zamanda spor yapan bir kuşağa dönüşmemiz gerekmektedir.

Tabii ki, bu noktada üniversite sınavına giren insan sayısı ile kontenjanları kıyaslayıp nasıl bir eleme yapılacağını düşünebilirsiniz haklı olarak. Elbette ki bir eliminasyon olması  gereklidir, ama bunu sözel konularda daha fazla yeteneği olan bir bireye zorla öğretmeye çalıştığınız ileri matematik veya bunun tam tersinin ne kadar doğru bir uygulama olduğunu sorgulamalıyız. Bugün üniversiteye girişte türev bilmesi gereken bir bireyin üniversite sonrasında yüksek lisans yapmak istemesi durumunda eliminasyon aşamasında bu bilgelerden sorumlu tutulmaması, daha çok okuduğunu anlayabilen ve problem çözme yeteneğine sahip kişilerin seçilmesi farklı bir yöntemin olabileceğini göstermektedir. Kaldı ki ALES sınavı seçim kriterlerinden sadece birisidir.

Üniversitelerde zaten kontenjanlar sınırlı olacağı, sadece akademik kariyer yapmak isteyen veya az evvel belirttiğim gibi belli meslekleri yapacak olan kişiler gideceği için bu çocukları bir sene gibi kısa bir hazırlık sınıfından geçirip pekala bu becerileri kendilerine kazandırabiliriz. Geriye kalan büyük çoğunluk için iki seçenek sunabiliriz: Ya Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda 1 yıllık meslek edindirme kurslarına katılarak mesleki beceriler kazanıp, bu sürenin bir kısmında pratik deneyim elde edecekleri bir işte çalışabilirler; ya da her yıl ülkenin ihtiyaçlarına göre kontenjanları güncellenen, meslek edindirme kurslarından daha üst seviye eğitim veren meslek yüksek okullarına devam edebilirler.

Yeri gelmişken biz üniversite veya yüksekokul kontenjanlarını ülkemizdeki istihdam ofislerinden gelen bilgilere göre belirlemezsek, bazı bölümlerde çok fazla mezun verilecektir. Bu alanlarda eğer yeterli istihdam potansiyeli olmaz ise de bu bölümlerden mezun olan bireyler işsiz kalabilmekte veya eğitimini almadıkları farklı alanlarda çalışmak zorunda kalabilirler. Kanada’da üniversitelerde bölümlerin kontenjanları tamda anlatmak istediğim gibi istihdam ofisleri ile koordineli olarak belirlenmekte. Ülkemizde her sene edebiyat, biyoloji, kimya, fizik vs. gibi bölümlerden ihtiyaçtan fazla kişi mezun olmakta ve bu kişiler işsiz kalmamak için pedagojik formasyon alıp öğretmen olmak istemekteler. Bunun sonucunda eğitim fakültesinden mezun olmuş olan Zeynep Öğretmen belki de atanamayarak ücretli öğretmen olarak çalışmak zorunda kalacak. Kaldı ki, eğer öğretmene ihtiyaç varsa, bunun atama ile değil de ücretli öğretmen seçeneği ile çözülmek istenmesi de başlı başına ayrı bir yanlış değil midir?

Eğitim, bireysel gelişimin yanı sıra toplumsal ilerlemenin de motorudur. Bizler için eğitim, en önemli konulardan biri hatta belki de en önemlisidir. Geleceğimizi emanet edeceğimiz gençlerimize bırakabileceğimiz yegane miras, sağlam ve nitelikli bir eğitimdir. Eğitim, onlara dünyayı anlama, eleştirel düşünme ve hayatlarını kendi elleriyle şekillendirme yeteneği kazandırır. Bu nedenle eğitim sistemimizi gözden geçirip, her bir bireyin potansiyelini en üst düzeye çıkarabileceği, kendini keşfedebileceği ve topluma olumlu katkılarda bulunabileceği bir yapıya kavuşturmalıyız. Bu, sadece bireyler için değil, ülkemizin geleceği için de vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Dolayısıyla, eğitimde yapacağımız iyileştirmeler ve reformlar, sadece bugünü değil, yarını da şekillendirecek, ve gençlerimize daha parlak, daha umut dolu bir gelecek